Türkan Saylan’ın hayatı tüm kadınlara örnek olsun

turkan-saylanin-hayati-tum-kadinlara-ornek-olsun Güzin Abla / Hürriyet Gazetesi 8 Mart 2018 Kadınlar Gününüz kutlu olsun sevgili okurlarım... Bugün size yaşam öyküsünün herkes tarafından çok iyi bilinmesi gerektiğine inandığım özel bir kadından söz etmek istiyorum.

Türkan Saylan’ın hayatı tüm kadınlara örnek olsun
Güzin Abla / Hürriyet Gazetesi 8 Mart 2018

Kadınlar Gününüz kutlu olsun sevgili okurlarım... Bugün size yaşam öyküsünün herkes tarafından çok iyi bilinmesi gerektiğine inandığım özel bir kadından söz etmek istiyorum.

Bazı sözler vardır, duyması bile iyi gelir. “İmkânsız diye bir şey yoktur. İmkânsız, sadece daha önce denenmemiş olandır” cümlesi benim için bunlardan biri.Türkan Saylan’ın hayatını okurken hep bu cümleyi tekrar ettim içimden. Sarsılmış, hırpalanmış ruhuma merhem oldu. Adı bile güzel bu kitabın : “Güneş Umuttan Şimdi Doğar”.

Türkan Saylan İstanbul’da dünyaya geliyor. 5 çocuklu bir ailenin en büyük kızı. Ömür boyu hep “köy doktoru” olmayı düşlemiş. Önceleri kocaman bir konakta varlık içinde yaşarken, babalarının işleri bozuluyor ve konağın odalarını kiraya vererek zar zor geçinmeye başlıyorlar.Son derece baskıcı bir baba, katı denebilecek bir anne. Mahalle çocuklarıyla oynamalarına bile izin yok. Belki de o kopukluk itiyor onu yıllar sonra Anadolu’nun o taşlı çamurlu yollarına. O topraklarda köylülere çare oluyor, kendisi de ilham buluyor.

Tıp Fakültesi’ne gitmek için yola koyulduğunda tadıyor ilk defa bağımsızlığı. Eminönü’nden binip Beyazıt’a giderken, tramvayın o “çan çan” sesleri kulaklarında çınlıyor ya, ruhu kanatlanıp şarkı söylüyor içinde, “Ben özgürüm, ben özgürüm” diye...

HAYATINDAKİ EN DEĞERLİ TAKISI: TIP ROZETİ

Hemen koşup bir “tıp rozeti” alıyor, takıyor onu yakasına. “Hayatımda en değerli takım o oldu” diyor. Daha okul bitmeden evleniyor. Büyük oğlu doğunca ilk büyük hastalığını geçiriyor. Tüberküloz. İkinci oğlunda ikinci tüberküloz. Hem de bu defa kemiklere yayılmış.

Tam 8 ay yüzüstü yatması gerekiyor. Onu bile şikayetle anlatmıyor, “Kayınvalidem çok iyi biriydi, pişirdi kotardı, besledi beni. O halde yatarken çocuklarımla da oynadım, ders kitaplarımı önüme açıp ders de çalıştım” diyor. Ama bitmemiş çilesi. İki kocaman yıl, demirden bir korse ile gezmesi gerekiyor! O demir korse üstündeyken Tıp Fakültesi’nin sınavlarını aslanlar gibi verip mezun oluyor.1958 yılı, hayatının dönüm noktası. Sıradan insanların hayatında büyük travma yaratabilecek bir şeye tanık oluyor.

Bakırköy Akıl Hastanesi’ni görmeye gidiyorlar. O zamanın Bakırköy’ü kabus. Çırılçıplak dolaşıyor akıl hastaları, demir parmaklıkların arasındalar. Hastane demek ayıp aslında; bildiğiniz tımarhane.Hastane rehberi diyor ki “Gelin sizi cüzzamlıların pavyonuna götüreyim.” Sonra da uyarıyor, “Aman sakın dokunmayın” diye.

Şimdi düşünün, gencecik bir kadın ve hamile. Hayat tecrübesi sıfır. Bir tepeden bakıyorlar aşağı. Çukur bir alanda üç barakadan paramparça giysiler içinde cüzzamlılar çıkıyor. Bir görevli gelip yemeklerini bir bakraca boşaltıp gidiyor. Sanki hayvanat bahçesi...Öyle içine dokunuyor ki bu manzara gencecik anne adayı Türkan’ın. Unutamıyor. İsyan ediyor... Bir doktor, bir hastaya dokunmadan nasıl şifa verebilir diye...

Kitap okuyor, araştırıyor. Öğreniyor ki bu hastalığın tedavisi var. Öyle dokunarak da bulaşmıyor. Toplumun bir bireyi olarak “suçluluk” duyuyor, bizim bugünlerde farklı konularda duyduğumuz gibi...Ama boş tepkilerle vakit harcamıyor. Gidiyor, uzmanlık olarak Deri ve Zührevi Hastalıkları seçiyor ki onlara çare olabilsin.

CÜZZAMLILARA ELİYLE İLK DOKUNAN O

“Amaaan, ne yapalım, bu düzen böyle...” deyip, oturmayan, sızlanmayan bir kadın. Asistanlığında mesela, bir bakıyor ki gece nöbetlerinde hiçbir hastaya yardımcı olamıyor. Çünkü tansiyon aleti bozuk, derece yok, enjektör yok. Ama o pes etmiyor. Tutup yönetime bir dilekçe yazıyor. “Bu şartlar altında hekimlik yapıp şifa veremem. Ya bunları tamamlayın, ya da ben nöbet tutmayacağım” diye. Arkadaşları diyor ki, “kızım sen deli misin, atarlar seni.”

Ama ne oluyor biliyor musunuz? Bir hafta sonraki nöbeti geldiğinde bakıyor ki, üstünde adı yazılı bir dolap konulmuş odaya. İçinde istediği her şey var. Ceza almadığı gibi, şifa dağıtabileceği ortam sağlanmış.

Bu ülkede cüzzamlılara “eliyle” ilk dokunan, yaralarını ilk saran o. Hem sadece tıp boyutunda da bakmıyor olaya. Onları toplumun dışına iten zihniyet ile de savaşıyor. Hayatın içine dahil etmeye çalışıyor cüzzam hastalarını. Sokaklarda dilenen cüzzamlıları birer birer toplayıp yaralarını sarıp iyileştirmeye çalışıyor.

Bir ufacık saptama yapayım hemen. Bu arada boşanmış, eşi oğullarını bir süre göstermemiş. Sonra kıt kanaat geliriyle zor bela bir ev açmış, oğulcuklarını yanına almış. Yani özel hayatı da öyle çöpsüz üzüm değil.

Önce Cüzzamla Savaş Derneği’ni kuruyor. O korku filmi gibi pavyonları daha ulaşılır, yaşanır bir hale getiriyor. Sonra en büyük hayalini gerçekleştiriyor, “Lepra Hastanesi”. Yıl 1977...

Orada çalışacak gönüllü doktor ve hemşire bulmak bile iş. Ama öyle şahane hekimler yetişiyor ki o hastanede, sonradan çok değerli isimler olarak tıp literatürüne geçiyor hepsi. Sadece hastane de değil, sosyal bir merkez oluyor Lepra Hastanesi. Mesela cüzzamlıların ayakları deforme olurmuş, özel ayakkabı giymeleri gerekirmiş. Ayakkabı Atölyesi kuruyor hastanenin içine. Atölyede çalışanlar yine cüzzamlılar. Bu arada para yok. “Parasızlık imkansızlık değildir, bahanedir” diyor Türkan Saylan. Almanya’dan bağışlanan bir dikiş makinesiyle nevresim diktiriyor hastalarına... Bunları satıp gelir elde ediyorlar.

KIZ ÇOCUKLARINI OKUTABİLMEK İÇİN MÜCADELE ETTİ

Umutsuzluğa hiç yer vermemiş hayatında Türkan Hoca. “Ömür boyu kendimi hep sıfırdan başlamaya hazır hissetmişimdir” diyor. Hayatta en sevdiği şey mesleği, ama “Bir gün elimden diplomam alınsa, gider yenisini alırım” diyecek kadar manen de bağımsız.

Hepimiz onu Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği (ÇYDD) ile bu ülkenin kız çocuklarını okutabilmek için verdiği o onurlu mücadele ile tanırız. Hayatını bir zamanların korkulu rüyası olan cüzzamı kökünden kazımaya ve okutulmayan kız ya da erkek çocuklarının laik, çağdaş eğitimine adayan Prof. Dr. Türkan Saylan Anadolu’yu karış karış gezerek Kardelen adını verdiği kız çocuklarının hüzünlerini, acılarını ve kara yazgılarını değiştirdiği süreci, duygu ırmağına dönüştürdü.

Kurucusu olduğu Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği’nin yaptığı birçok çalışma sayesinde, aileleri tarafından küçük yaşta evlenmeye zorlanan kız çocuklarını pamuk, fındık ya da çay toplamak yerine, derneğin verdiği burslar sayesinde eğitime yönlendirdi.

“Hastalarınıza dokunun ve ona sevginizi verin. Başka türlü iyileştiremezsiniz” derdi.Sizi bilmem ama ben bir dahaki sefere, ülkemle ilgili herhangi bir konuda şikayet ederken durduracağım kendimi. Önce bir soracağım: “Sen bu güzelim memleket için ne yapıyorsun?”

Ve hatırlayacağım, o kısacık kızıl saçlı, güzel yüzlü, o yüce gönüllü kadını. O tertemiz ellerini en feci yaralara şefkatle dokunduranı. O yaralara şifa olanı. Ömrü boyunca bir mesleğin rozetini şeref madalyası gibi yakasında taşıyanı.Onun gibi... Soruna değil çözüme odaklanacağım. Çünkü...Güneş Umuttan Şimdi Doğar.

Bu harika kitabın yazarı, değerli ağabeyim Mehmet Zaman Saçlıoğlu’na kalben teşekkürlerle...

Kitabın satışından doğacak gelirin bir kısmı ÇYDD’ye bağışlanıyor. Sadece bir kitap okumayacaksınız, bir kız çocuğuna da el uzatmış olacaksınız. Lütfen unutmayın.

Bige Güven Kızılay


09.03.2018